Sabah sıcağa kalmamak için 07.00'de yola çıktım ama ne çare! Hava 32 dereceyi bulmuş bile. Urfa'nın doğu çıkışına levhaları takip ederek ulaşmaya çalışıyor bir iki yanlış sapmadan sonra Harran yolunu tutturuyorum. Ovada cetvel gibi uzanan yol, sabah bu saatte bile çok işlek. Kamyonlar tozu dumana katıyor. 55 km sonra Harran'a varıyorum. Dünyanın ilk üniversitesine ait tarihi kalıntıların bulunduğu yeri arıyorum. Levha falan yok. Uzaktan antik kule kalıntısı görünüyor, onu kerteriz alıp, sura benzer bir duvardaki yıkıntıdan açılmış yola giriyorum, ilerleyince evler v.s. burası değil herhalde diye dönecekken bir araba yanımda duruyor ve kubbe şeklindeki Harran evlerinin sahibi olduğunu, takip edersem oraya götüreceğini söylüyor. Kerpiçten köy evlerinin arasından geçerek tarihi kalıntıların da bulunduğu bir alana geliyoruz. Motoru park edip gölgeye kendimi atıyorum. Sıcaklık 40 derece. Burası, kubbeli evlerden, kafe haline getirilmiş yegane tesis. Soğuk, sıcak içecekler bulunuyor. İşletmeci, aslında gezelim görelim tarzı belgesellerden tanıdık. Bir şeyler içip soluklandıktan sonra bir iki fotoğraf çekip yola koyulmak istiyorum çünkü sıcak dayanılmaz.
Harran'dan 55km yolu geri dönüp, Mardin yoluna giriyorum. Trafik durduruyor: Radarınız var! Buyrun bakalım bu ne şimdi? "Efendim, 106 Km ile gidiyordunuz. Aracınızın bölünmüş yollarda hız sınırı 90, ama yüzde on toleransımız var 99 km'nin üstüne ceza kesiyoruz, 154 TL. " Moralim bozuluyor. Bu motorla 90 km ile seyretmek demek 3. vitesten yukarı çıkmamak demek. Bu kadar para ver, 1200 cc motor al, 106 ile ceza ye! Bir taraftan bu isyan duyguları ile hayıflanırken, bir taraftan da 99'u geçmemeye uğraşıyorum. Kızıltepe'ye kadar böyle geliyorum ama sıcak çok fazla, terden sırılsıklam, yol da bitmek bilmiyor. İtiraf edeyim beni en zorlayan etap bu oldu. Neyse, Mardin'in güzelliğini düşünüp az kaldı diyorum. Gaz koluna asılmamla aklıma radar geliyor. İsyan edip, parasıyla değil mi? Yiyeceğim cezaları da 4.500 km'ye böler, benzin masrafına ilave ederim diye kendimi kandırıyorum. Böylece gazlayıp, artan rüzgarın getirdiği ferahlık hissiyle beraber, ufukta, dümdüz ovanın ortasında, tepenin etrafına sıra sıra gerdanlıklar gibi dizilmiş Mardin, pusların içinde beliriyor. Virajlı yoldan tırmanıp, tepenin arka yüzünde ki Yeni Mardin den geçerek tekrar bu yüzde, Mardin'in tek ana caddesine giriyorum. Bir an önce bir otele kapağı atıp, bir duş alarak serinlemeye çok ihtiyacım var. Burada eski taş konakları restore edip butik otel haline getirmişler. Bu yüzden biraz pahalı, Erdoba Osmanlı Konakları'nda 120 TL'ye bir oda tutuyorum. Odaya girince, bu parayı fazlasıyla hak ettiğini görüyorum. Tertemiz taş duvarlı oda serin ve mis gibi kokuyor. Bu sıcakta cennet gibi adeta. Serinleyince acıktığımı anlıyorum. Aynı cadde üzerinde yöresel yemekler yapan bir lokantada Mardin kebap ve ayran ile karnımı doyuruyorum. Fakat ortalık yanıyor, gezilecek gibi değil. Tekrar otele dönüp, akşamı beklemek en iyisi. Akşam üstü ama sıcak aynen devam ediyor, buraya gezip görmeye geldim deyip bir gayret tekrar yola düşüyorum.
Otele çok yakın olan Zinciriye Medrese'si zaten Mardin'deki en görülesi yer. Merdivenli bir sokaktan çıkıyorum. Medresenin işletmesini bir şahsa vermişler, girişte bir kaç masa var ve bir şeyler içebiliyorsunuz. Dilim ve damağım birbirine yapışmış, zorla, su lütfen diyebiliyorum. Bir dikişte suyu içtikten sonra fiyatını soruyorum, 50 Krş yanıtını alınca, 100 TL desen de verirdim diyorum. Bir banka reklamı mıydı neydi, yöreden bir çocuk, Nemrut Dağı'nda turistlere rehberlik yapıp bahşiş topluyordu. Bu buralarda gerçek olmuş, bütün çocuklar ilerde zengin olma hayaliyle yabancıların etrafını sarıyor, ısrarla rehberlik yapmayı teklif ediyorlar. Bunu bir yerde okumuş, yok artık demiştim. Burada da iki üç çocuk var, bir tanesi fotoğraf makinemi görünce, şuradaki havuzda yansıma fotoğrafı çekebileceğimi söyleyerek beni ikna ediyor. Serde fotoğrafçılık olduğundan, meraklanıp peşine düşüyorum. Yeri görünce bu kareyi hemen hatırlıyorum. Mardin fotoğrafları deyince karşınıza çok çıkar bu kare. İşte benim de bir tane oldu.
Otele çok yakın olan Zinciriye Medrese'si zaten Mardin'deki en görülesi yer. Merdivenli bir sokaktan çıkıyorum. Medresenin işletmesini bir şahsa vermişler, girişte bir kaç masa var ve bir şeyler içebiliyorsunuz. Dilim ve damağım birbirine yapışmış, zorla, su lütfen diyebiliyorum. Bir dikişte suyu içtikten sonra fiyatını soruyorum, 50 Krş yanıtını alınca, 100 TL desen de verirdim diyorum. Bir banka reklamı mıydı neydi, yöreden bir çocuk, Nemrut Dağı'nda turistlere rehberlik yapıp bahşiş topluyordu. Bu buralarda gerçek olmuş, bütün çocuklar ilerde zengin olma hayaliyle yabancıların etrafını sarıyor, ısrarla rehberlik yapmayı teklif ediyorlar. Bunu bir yerde okumuş, yok artık demiştim. Burada da iki üç çocuk var, bir tanesi fotoğraf makinemi görünce, şuradaki havuzda yansıma fotoğrafı çekebileceğimi söyleyerek beni ikna ediyor. Serde fotoğrafçılık olduğundan, meraklanıp peşine düşüyorum. Yeri görünce bu kareyi hemen hatırlıyorum. Mardin fotoğrafları deyince karşınıza çok çıkar bu kare. İşte benim de bir tane oldu.
Benim çocukluğum da Doğu Anadolu'da geçti. İlkokulu Anadolunun değişik şehirlerinde okudum. Doğuda bir çok efsane vardır ve gerçekleri kabul etmekte zorlanan insanlar, nedense bunlara inanırlar. Çocuklar bu şahmaran hikayeleri ile büyür. Buradaki küçük rehberler de tarih yerine bunları anlatıyorlar: Zinciriye Medresesinin adı, iki adet okunmuş zincirden geliyormuş. Eskiden Mardin de akrep ve yılan sokması çok olduğu için, alimler iki zinciri okuyup, birisi akrep sokmasın diye, birisi de yılan sokmasın diye, buraya asmışlar. Ve ondan sonra Mardin de akrepler ve yılanlar insanları sokmazmış. Ama bir gün bu zincirlerden akrep için olanı kaybolmuş. O günden sonra akrepler sokmaya başlamışlar, yılanlar ise hala sokmazmış. Mardinin nüfusu büyük çoğunlukla Arap. Az sayıda Kürt ve Süryaniler de varmış. Aslında Deyrul Zaferan Manastır'ı da var ama Midyat yolunda olduğu için onu yarın sabah görmeye karar verip otele dönüyorum. Mardin bir günde gezilecek yer değil ama buraya mutlaka Nisan, Mayıs veya sonbahar da gelmek lazım. Yarın sabah serinlikte yola çıkıp, bir an önce Bitlis tarafına geçmeli, orası 25-26 derece.