28 Temmuz 2012 Cumartesi

12 Haziran Van

        Bu günkü etapta Midyat ve Hasankeyf var ilgi merkezi olarak. Sıcaklarla boğuşmanın da son günü olur umarım.
        Crosstourer'in performansı ve gücü yolları eğlence haline getiriyor. Düşük devirlerde bile gazı açtığım zaman, bacaklarımın arasında ki 127 beygirlik V4 motor, kendine has sesiyle kükrüyor ve emrime hemen cevap veriyor. Bu inanılmaz tork, virajlarda da etkisini gösteriyor, çıkışlarda gaza dokunmamla dikilip, yeni viraja hazır oluyor. Üçüncü vites bir harika, 15 km lik tırmanış ve inişi vites değiştirmeden, gaz açıp kapayarak geçiyorum. Bu güç ve stabilite güven veriyor ve sürekli yol alma isteği uyandırıyor. 
       Tepeden inip, ovada uzayıp giden Midyat yoluna çıkıyorum. Bu yolda küçük yerleşimlerde bile yapıların mimarisi dikkat çekici. Kemerli geniş kapılar ve taş evler yamaçlara sıralanmış. Birer küçük Mardin sanki. Bu bölge en eski medeniyetlerin beşiği olduğunu saklamıyor, aksine, gururla, gelene geçene gösteriyor. Mezopotamya, Halfeti den buraya, orta Anadoluda ki göçebe toplulukların aksine, gelişmiş bir mekan kültürü ile bezenmiş. Burada yaşayan farklı din, dil ve kültürlerin sinerjisi de, bu yüzlerce yıllık, tarihin  şahitlerini günümüze taşımış. Oysa ülkemizde bu kadar tarihi eser, bu yoğunlukta İstanbulda bile yok. Avrupanın bütün büyük şehirlerinde yüzlerce yıllık binalar hala kullanılırken ve biz gıpta ile onları seyrederken, göçer kabilelerden kurulan Osmanlı ve onun devamı Türkiye Cumhuriyeti, Mimar Sinan ve onun bir kaç öğrencisinden başka sanatçı üretememiş. 600 yıllık İmparatorluk döneminde Büyük Usta Mimar Sinan'ın uzun ömrü sayesinde Edirne ve İstanbulda mükemmel eserler ve XVI. yüzyıl ve sonrasında avrupalı mimarlara yaptırılan binalar haricinde pek fazla birşey yok. Cumhuriyet döneminde ise ne yazık ki o bile yok. Aksine, 600 yıllık Osmanlı mirasını reddeden Cumhuriyet, bir kaç saray haricinde olanlara da sahip çıkmamış. 
       Midyat'da, gümüş işlemelere bakmak için mola veriyorum. Merkezde bir çok kuyumcu var. Bunlar aslında çeşitli gümüş işlemeler satıyor. Telkari en meşhuru, ince gümüş tellerden dantel gibi işlenmiş bileklik ve benzeri çok güzel şeyler. Bir tane hediyelik alıp yola, Hasankeyf'e doğru devam etmem lazım, sabah serinliği! geçmeden.

           Hasankeyf, Dicle nehrinin kıyısında, dümdüz ovanın ortasında yükselen ve ovaya hakim bir tepedeki kalenin eteklerine kurulmuş.     

         Yeni köprünün yanında ki kahvenin önüne park edip, serin bir masa seçiyorum. Buz gibi bir su ve ve çayla hararet giderdikten sonra kaleye doğru yürüyorum. Burada rehber ! çocuklar etrafımı sarıyor, istemediğimi söyleyip birini gönderiyorum, diğeri geliyor. Turizm bölge insanının hoşuna gitmiş herhalde. Yedisinden yetmişine bu işe dört elle sarılmışlar. Mezopotamyanın iki bacağı Fırat ve Dicle, bu iki akarsuyun kenarında iki antik kent ve ikiside baraj sularının tehditi altında, ve bu tehditin yarattığı farkındalık sayesinde insanlar buraları görmeye geliyor. Yöre insanı turizm ile tanışıyor. İstenmeyen baraj olmasa, turizm de olmayacak. Ne ikilem ama.. Şaka bir tarafa, bu değerlerin sulara gömülmemesi gerekiyor, en azından bizden sonraki kuşaklar da görsün diye. Kaleye çıkıp manzaraya bakıyorum, tek kelime: enfes. Motoru park ettiğim yerde, kaleye çıkarken kaybettiğim svıları yerine koyup yola düşüyorum. Hedef sıcaklığın 25-26 derece olduğu Bitlis ve oradan Tatvan ve Van.

Bitlise doğru irtifa yükseliyor ve hava birden serinliyor. Yolculuk daha da zevkli olmaya başladı. Zaten çok sevdiğim, bana herşeyi unutturan, ruhumu inanılmaz şekilde dinlendiren motosiklet sürmek harika. Motorcu felsefesi, " önemli olan varmak değil, yolda olmaktır " şahane. Tatvan sahilinde öğle yemeği planlamıştım ama açlığı falan unutup, Gevaş'a doğru gazlıyorum. Orada Akdamar adasını göreceğim. Gevaş'ta Akdamar adasına motorlar kalkıyor. Bunun için bir iskele var ve bir üst geçitle yolun kara tarafına bağlanıyor. Çok iyi de, motorlar dolunca kalkıyormuş, bekleyen üç beş kişinin sıkıntılı yüzleri beni açmıyor, Van'ın sayfiye yeri Edremit'ten Van'a bakarak yemek yemek için devam etmeye karar veriyorum. Edremit'te göl kenarında Kadembas köftecisinde mola ve Van da konaklamak için bilgi alıyorum. Tavsiye edilen otele gitmek için başıma geleceği bilseydim hiç düşünmeden ikinci tavsiyenin yolunu tutardım. Bölünmüş yolun göl tarafında kalan otele gitmek için, bir dönüş yeri arıyorum. Epey gittikten sonra bir aralık bulup tam dönecekken, karşı istikametten hızla gelen minibüsü görünce, dönüşün içinde, gidon sola dönükken, gaflet ile ön frene asılmamla motor sola doğru yatıyor, tutmaya çalışmıyorum, bırakıyorum güm ! Hemen eğitimde öğrendiğim gibi, sağ elimle sol elciği, sol elimle sol arka tutamağı kavrayıp, kalçamı seleye dayıyarak geri geri yürür gibi motoru dikiyorum. Sehpayı açıp bırakıyorum ve hasar tespitine başlıyorum. Çizik kırık görünmüyor. Sol arka çanta yerinden çıkmış gibi, onu düzeltiyorum, alt kısmı biraz çizilmiş, öne doğru gözlerimi çeviriyorum, debriyaj maneti kırık parçası da yerde duruyor. Sol elcik koruma üzerinde de biraz çizik var. Hepsi bu kadar, çok iyi. Vitesi boşa alıp çalıştırıyorum, herşey normal görünüyor, zaten herhangi bir sıvı akması da olmadı, atlayıp uğruna motoru düşürdüğüm otele varıyorum. O da ne yer yok ! Neyse tekrar bir dönüş yeri bulmak için bu sefer ters yönde giderek bir daha dönüp Van'a giriyorum hava kararmak üzere ve manet yerine bir santimetrelik bir aluminyum parçasını debriyaj niyetine çektikçe sol işaret parmağım isyan ediyor. Merkezde Büyük Urartu oteli görünce hemen dalıyorum, yer var mı? var. Nüfus kağıdımı resepsiyona verip - Sen kaydımı yap, bana da bir motor tamircisi tarif et diyorum. Tarif edilen yere  yanaşır yanaşmaz, oradaki bir kaç kişi hemen yanıma gelip, abi hoş geldiniz, yolculuk nereden diye sohbete başlıyorlar. Onlarda motorcuymuş ve dükkan sahibinin arkadaşlarıymış. Neyse ben derdimi anlatıyorum, dükkan sahibi Mesut Usta, abi sen geç arkadaşlarla otur çay iç, sohbet et ben bunu hallederim, diyor. Biz yazıhanesinde otururken o, başka marka bir maneti kestirip, benim manetin kalan kısmına kaynak yaptırıp geliyor. Fiyatını soruyorum, borcun yok diyor, ısrar edince, " Abi ben böyle bir işi para için yapmam, ama yolda kalmış motorcu bir arkadaşım için yaparım." diyor. Mahcubiyet içinde çırağa bir miktar para veriyorum. Buraların insanı böyle işte, açım desen yemek verir, yerim yok desen yatacak yer. Hepsine tek tek teşekkür edip otelin yolunu tutuyorum.
Tekrar teşekkürler sevgili Mesut ve diğer arkadaşlar..